Collab Partners | Covid Sonrası – Değişime Liderlik(6) Bütünlük
18273
post-template-default,single,single-post,postid-18273,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-theme-ver-10.0,wpb-js-composer js-comp-ver-6.2.0,vc_responsive
 

Covid Sonrası – Değişime Liderlik(6) Bütünlük

Covid Sonrası – Değişime Liderlik(6) Bütünlük

Geleceğin öncü kurumlarının en önemli niteliklerinde biri çalışanlarının bütünlüğünü can-ı gönülden desteklemeleri olacak. İyi de nedir bu bütünlük? Sonra kurumlara faydası ne?

İnternette “Tam ve bütün olma” haliyle ilgili dünya kadar açıklama var. Benim içime sinenlerden bazıları şöyle: Fiziksel, duygusal, ruhsal ve sosyal olarak iyi olma durumu… Bilinç ve bilinç dışının bir arada ve uyumlu olması hali… Dışımızdaki tüm koşullara ve içimizdeki tüm engellere rağmen, keyifli, üretken ve verimli olabilme kapasitemiz…

Benim özgün tarifim ise şöyle: Kırk odalı bir ev düşünün, her odasında sizi siz yapan hallerinizden biri yaşıyor olsun. Bir odada meraklı haliniz olsun. Bir başka odada sizi çok yakından tanıyan birkaç kişinin bildiği komik haliniz olsun. Hemen yanındaki oda utangaç haliniz için… Mesela onun yanında da yaratıcı sizin odası var diyelim. Sonra analitik sizin, girişimci sizin, profesyonel, kurtarıcı, koruyucu, arkadaş canlısı sizlerin odaları olsun… Daha kuytu bir köşede sizden başka kimsenin giremediği kozmik odanız olsun. Ebeveyn ve çocuk hallerinizin için de ayrı ayrı odalar var. Belki kitaplarla ve şarkılarla başka alemlere yolculuk yaptığınız bir huzur odanız olsun. İnanç odanız olsun. Kırılgan halleriniz için, mesela tavana bakarak kendinizi tamir ettiğiniz bir odanız olsun…

Bütünlük her nereye gidiyorsak, bunların çoğunu yanımızda götürebilmek bence. Belki de kırk odalı bir ev değil de kırk odalı bir karavan gibi.

Oysa iş yerlerinde çok uzun zamandır “Bunların sadece bir kısmını buraya getirin” diyen bir zihniyet hakim oldu, olmaya da devam ediyor. Bir zamanlar sadece bedeninizi ve emeğinizi getirin, ona para ödüyoruz dediler. Sonra “Biraz düşüncelerinizden de alalım” oldu. Ardından analitik ya da yaratıcı odalardaki hallerimize de talip oldular. Neyi almak istiyorsa kurumlar, onun duyurusunu yaptılar: “Özgüvenli, analitik, takım oyuncusu, çalışkan, yaratıcı arkadaşlar arıyoruz…” Sadece son zamanlarda, o da eser miktarda, “Olduğumuz gibi gelin” diyen ilanlar görmeye başladım.

Küçük yönetici gruplarına mentorluk yapıyorum ve ilk görüşmemizde “Hadi biraz kendinizi tanıtın” diyorum. Bu çağrıya çoğu zaman klasik beşli ile yanıt veriliyor: İsim, meslek, görev, medeni durum ve memleket. Bazen listeye tutulan takım da ekleniyor, o kadar. “Bu kadar mısınız?” diye soruyorum. Gülümsüyorlar 🙂 “Başka ne olabilir ki?” gibi bakışlarla karşılaşıyorum. Soruyu biraz değiştiriyorum o zaman: “Bu beşli dışında bizi şaşırtacak bir şeyler söyleyin!” Önce temkinli bir hava hakim oluyor odaya, büyük ihtimalle profesyonel ve analitik haller devreye giriyor, zihinlerde bu soruya verilebilecek yanıtın risk analizi yapılıyor. Sonra biri dayanamayıp konuşmaya başlıyor: “Ben bas gitar çalarım” diyor mesala, “Bir de şahane zeytinyağlı yaparım.” Öncüyü ikinci kişi takip ediyor: “Ben profesyonel dalgıcım, maviliklere indiğim an zamanı unuturum. O keşif duygusu bambaşka…” Sonrası çorap söküğü gibi geliyor: Ben Darülaceze’de gönüllü çalışma yapıyorum… Ben kısa öyküler yazıyorum… Ben arkadaşlar arasında stand up yapıyorum, bakmayın burada böyle olduğuma! Ben mantarlara taktım kafayı, araştırıyorum… Benim motorsikletim var… Ben vegan oldum… Ben bilgisayar oyunu hastasıyım… Ben dört dil biliyorum…

Anlatanların gözleri parlıyor, dinleyenlerin gözleri büyüyor. “Peki, kendinizin ne kadarını buraya getirebiliyorsunuz?” diye soruyorum o zaman. Yine gülümsüyorlar. O insanlar iş yerinde çok mutlu olabilecekken, tüm yaratıcılıkları ortaya koyup onlar için anlamlı katkılar sağlayabilecekken, birbirlerinin tüm renklerini üst üste koyup değer üzerine değer üretebilecekken, ne fırsatların kaçırıldığını o zaman net olarak görebiliyorum.

Çalışan bağlılığı araştırmaları da bir türlü istenen sonuçları vermiyor. Çünkü yarım insanlarla çalışıyor şirketler. Dışarıda kalan yanlarımızın canı sıkılıyor. Çoğu odanın kapısı bile çalınmadığı için, içeride sessiz sedasız oturan hallerimiz görülmemiş ve duyulmamış hissediyorlar. Aklımız iş yerine hiç gelemeyen bizlerde kalıyor. İşlevsiz kalan hallerimiz değersizlik algımızı büyütüyor.

Verimlilik üzerine bir mesleğe sahip olup, yıllarca bu konuda her türlü çalışmayı yaptıktan sonra, çok verimli ve çok çevik olmanın yolunun öncelikle hoşnut çalışanlardan geçtiğini düşünüyorum. İyi de herkesin işini yaparken bütünlük içinde olması ve hissetmesi nasıl sağlanır? Mümkün mü bu? Herkes kendisi gibi olmaya kalkarsa ve tüm odaların kapılarını açık tutarsa orada uyumsuzluk hatta kaos olmaz mı? Disiplini sağlamak için bir örnek olmak gerekmez mi?

İş yerindeki bütünlük önünde en önemli engelin zihinlerimizdeki katılaşmış ve belki de farkında bile olmadığımız inançlardan beslenen böyle sorular olduğunu düşünüyorum. Bütünlük yönünde ilerlemek için ilk yapılacak iş soruyu değiştirmek olmalı:

“Herkesin kendisini bütün hissetmesini nasıl sağlarız?” Samimiyetle ve kararlılıkla sorulacak bu soru dikkati, odağı ve önceliği insana yönlendirir. Ve ışığı nereye tutarsanız, oradaki fırsatları görürsünüz…