Varsayalım ki yıllar sonra dostlarınızla güzel bir akşam sofrasında buluşmuşunuz ve iş hayatınıza dönüp baktığınızda sizi en çok neyin gururlandırdığını anlatıyorsunuz. Ne olurdu anlatacaklarınız?
Koçluk ve mentorluk yaptığım bir çok lidere soruyorum bunu. Satış hedeflerini nasıl da tutturmuştuk! Karlılığı nasıl da katlamıştık! O akşam bunlar mı olur masanızda yoksa başka şeyler mi diye ekliyorum. Yanıt çoğu zaman anlamlı bir gülümseme ve kısa bir sessizlik oluyor.
İnsan başkalarıyla bağlantılı olduğu ölçüde insan… Hayat ise kendimizden daha büyük bir amaca hizmet ettiğimiz ölçüde doyurucu. Teknolojinin alıp başını gittiği, belirsizliğin yeni normal olduğu ve ülkeler aşan sorunların kapımızı aralayıp çoktan içeri girdiği bir zamanda anlam arayışı da zirve yapıyor. Liberal dünyanın meltemiyle, ne kadar özel ve biricik olduğumuzu düşünsek ve evrenin bizim için çalışmakta olduğunu inansak ta, “Anlam” her şeyin birbirine bağlı olduğu bir bütünlük içinde başkaları için nasıl bir değer üretebildiğimizde gizli. Bir de bu ürettiğimiz değer fark ediliyor, görülüyor, takdir ediliyorsa, beklenmedik mucizelerin kapısı açılıyor demektir.
Yıllar önce bir gün, otomobillerin hava yastıklarını çalıştıran kabloları monte eden bir kardeşimizin yanındaydık. “Ne yapıyorsun burada?” diye sormuştuk. İlk yanıt gayet normal ve mekanikti: “Montaj yapıyorum işte!” Sonra “Başka? Başka ne yapıyorsun?” diye sormaya devam ettik. Listeye bir iki iş daha eklendi. Konuşmamızın sonunda “Biliyor musun, burada özenle yaptığın bu işle her yıl en az elli kişinin hayatını kurtarıyorsun, aslında yaptığın bu…” dediğimizde gözlerinin nasıl parladığını hatırlıyorum.
Covid’in zaten var olan belirsizliğin üzerine bir kat daha sıva çektiği bir dünyada, çalışanına anlam duygusu yaşatamayan bir kurumun ya da ekibinde anlam duygusu yaratamayan bir liderin en iyi ihtimalle vasat kalacağını söylemek sanırım abartılı olmaz. Bugünün dünyasında vasat kalmanın büyük risk olduğuna inanıyorum. Kanımca, yakın gelecekte, ortak, anlamlı ve asil amaçlar ortaya koyabilenler ve tüm paydaşlarını, ekiplerini, çalışma arkadaşlarını böyle bir amaç etrafında toplayabilenler ayakta kalacak ve gelişecekler. Bu ise kimsenin yüreğinde bir titreşim yaratmayan vizyon ve misyon cümleleri oluşturmanın ötesinde bir şey.
Picasso’nun dediği gibi, çalışanlarının yeteneklerini, becerilerini, değerlerini ve güçlü yanlarını fark etmelerini ve bunları ortak ve anlamlı bir amaca katkı vermek için kullanmalarını sağlamak gerek. Bu da işin tanımını yapıp kişiyi bir kutuya sokmak yerine kişiyi anlayıp onun parlamasına imkan sağlayacak şekilde işi esnetmek demek. Bu ayrı bir yazının konusu olsun…
Nereden başlamak lazım diye bir soru düşerse aklınıza, çalışma arkadaşlarınıza şöyle bir soru sorun derim: “Geçen bir yıla baktığında, işini yaparken senin için en anlamlı an neydi? Ve o anı anlamlı kılan neydi?” Anlamın, değerin, potansiyelin ve takdir fırsatlarının hemen yanı başınızda durduğunu fark edeceksiniz.