Covid Sonrası ve Değişime Liderlik (2) Kurumunuz tarihin hangi döneminde yaşıyor?

Bu aralar klişeleşen iki söylem var: “Covid sonrası her şey farklı olacak. Yeni normale hazırlanın” Biri bu! Galiba bu söylemin virüsten önce her şeyin çok durağan olduğu ve pek değişmediği yönünde bir algıyla ilişkisi var. Oysa virüs gelmeden önce de yeni bir normale doğru hızla yol aldığımızın işaretleri vardı. Diğeri ise “Uzun yıllar içinde gerçekleşecek değişimler bir anda oluverdi!” Anlatılmak istenen “Bizde olmaz, bizim sektöre, bizim profile, bizim racona uymaz” diyenlerin mecburen online çalışmaya geçmesiyse tamam, ama ben “Yeni Normal” deyince ekonomik, sosyal, organizasyonal, zihinsel ve daha bir çok boyutu olan dönüşümleri anlıyorum ve oldukça heyecanlı, umutlu ama çetin bir yolculuğun henüz başında olduğumuzu düşünüyorum. Neden öyle düşündüğümü biraz açayım:

Geçmişle gelecek arasında mekik dokuyan bir zihnim var. Covid kapıyı çalmadan önce nasıl bir geleceğe doğru ilerlediğimizi anlamaya çalışıyordum. Geleceği merak ettiğim kadar tarihte yolculuk yapmayı da seviyorum. Endüstri mühendisi şapkamı takıp, dünyaya geniş açı bir lens ile bakınca, insanlık tarihini verimliliği artıran yeni teknolojiler geliştirmeye dair uzun metrajlı bir film gibi görüyorum. Taşı yontmaktan, tekerleği keşfetmeye, yazıyı bulmaktan, elektrik üretmeye, dijitalleşmeye uzanan bu filmin her sekansında daha az enerji ile daha çok çıktı elde etmenin kilometre taşları var.

Filmin kimi kareleri akışın bir dönemindeki ilerlemeleri anlatıyor: Bir santrali arayıp telefon bağlatmaktan jetonlu telefonlara, oradan bizi mekandan da bağımsız hale getiren mobil telefonlara geçiş gibi… Filmin bazı bölümlerinde ise hikayenin kırılma noktaları var. Teknolojik, ekonomik, zihinsel, toplumsal, tüm işletim sistemlerimizin başka bir şeye dönüştüğü kırılma noktaları bunlar.

Üçüncü Sanayi Devrimi kitabının yazarı Jeremy Rıfkin’e göre bu kırılma noktaları “Enerji – İletişim” matrisinde bir değişim olunca ortaya çıkıyor. Verimliliği kat kat artıracak yeni bir enerji kaynağının kullanılmaya başlanması tek başına yeterli olmamış; buna eşlik eden yeni bir iletişim teknolojisi de devreye girince tarihin fay hatları kırılmış. En belirgin kırılmalara bakınca, bu enerji-iletişim matrisindeki değişimler de görünür hale geliyor

Yük hayvanlarından sağlanan enerji ve kil tabletlerle, papirüslerle iletişim… Büyük tarım toplulukları, merkezi güç ve otorite figürleri

Su değirmenlerinden sağlanan enerji ve matbaa ile bilginin yayılımı… Feodal imparatorluklar, gücün delegasyonu…

Kömür enerjisi, tren ve telgraf… Uzakların yakınlaşması, kapitalizmin doğuşu, ulus devletler, dikey hiyerarşik şirketler…

Petrol, elektrik, otomobil ve telefon, radyo, televizyon… Her yöne ve yere ulaşmayı sağlayan buluşlar, tüketim toplumları, süreçler, hedefler…

Ara sıcak olarak elektronik ve Word Wide Web. Globalleşme; devletleşen şirketler, matris yapılar…

İçinde bulunduğumuz zamanda da yeni bir kırılmanın üzerindeyiz. Matrisin iletişim tarafında internet var. Enerji tarafında ise güneş ve rüzgar gibi sonsuz, yenilenebilir kaynaklar. Biri bilgiyi, diğeri enerjiyi “Kıt kaynak” olmaktan çıkarıp maliyeti marjinalleştirecek gelişmeler… Rıfkin’e göre bu yeni matris, kaynakların kıt olduğu paradigmasına dayanan kapitalizmin sonunu getirecek ve insanlık yeni bir normale doğru yelken açacak.

Hiç bir sistem bir anda doğup, bir günde ölmüyor. Hepimizin parçası olduğu bir sistemin ortadan kalkması da bir anda olmayacak elbette ama neyin gidip neyin gelmekte olduğunu anlamaya çalışmak, sezmek, gitmekte olanın huzur içinde ölmesine, yeni doğacak olanın ağrısız sızısız dünyaya gelmesine yardımcı olmak, filmin bu sekansında yer alan bizler için anlamlı bir çaba olabilir.

Ama önce biraz durulmaya, netleşmeye ihtiyaç var; çünkü kafamız da işletim sistemlerimiz de oldukça karışık. Bunun için kurumlarımıza şöyle bir bakmak yeterli: Taa tarım toplumlarından kalma yarı tanrı yöneticiler, feodalitenin çalışanı kul gören zihniyeti, kapitalizmin yedi katlı düğün pastası gibi yapıları, global dünyanın “Büyü de nasıl büyürsen büyü, hedefi tutturamazsan da gözüme görünme” yaklaşımı, “Fazla mı vahşi olduk? Biraz da insan odaklı, sosyal sorumlu, katılımcı falan mı olsak?” sesleri… Hepsi bir arada! Bir yanda bizden öncekilerden öğrendiklerimiz, içine doğduğumuz sistemlerin hep var olduğuna ve “Normal” olduğuna dair inançlarımız, hayatı kolaylaştıran alışkanlıklarımız… Diğer tarafta iklimin değişmekte olduğuna dair gözlemlerimiz, sezgilerimiz ve bir şeyleri değiştirmemiz gerektiğinine dair düşüncelerimiz… “Bizim kurumda da böyle, içinde farklı baharatlar bulunan Hint yemeği gibiyiz” diyorsanız, o ikinci klişedeki gibi, “Covid geldi ve her şey bir anda değişti” diyebilmek için henüz çok erken. Varlık amaçlarından, zihniyetlere, ilişkilerden organizasyon yapılarına, daha pek çok şeyin henüz bilmediğimiz “Yeni” normallere dönüşmesi gerekecek.

Bu dinamiklerin hepsi Covid’den önce de vardı. Sadece kişilerin, kurumların farkında olma seviyeleri farklıydı. Kimileri ufka bakıp iklimin değişmekte olduğunu hissediyordu, kimileri zamanı gelince bakarız havasında aynı tas aynı hamam devam ediyordu. Covid galiba uyandırma zili oldu. Ama uyku sersemliğiyle sağa sola çarpma ihtimali de var. Kafayı gözü yarmadan ilerlemek için herkes önce nerede olduğunu anlamaya çalışarak başlayabilir. Sonra da neye dönüşmeye ihtiyacımız olduğunu sezgiler ile, ortak akıl ile ve iş birliği ile bulmaya çalışabiliriz. Bu yazı dizisinin amacı da bu zaten: Biraz “Neredeyiz?” sorusu ile farkındalık yaratmak, biraz da “Bu yol nereye çıkar?” sorusuna birlikte ve anlamlı yanıtlar aramak…

Şimdilik bir soruyla bırakalım: Sizin kurumunuz tarihin hangi döneminde yaşıyor? “E bizde de hepsinden azıcık var” diyorsanız, en baskın olanı hangisi?

Kaynaklar: Jeremy Rıfkin, Nesnelerin interneti ve işbirliği çağı, Frederick Laloux, Reinventing Organizations

keyboard_arrow_up